23 Kasım 2013 Cumartesi

AHMET KAYA KAYALARA NE ÇİZDİ?

Son günlerin gündemden inmeyen Ahmet Kaya konusunu bir de ben kendi bakış açımdan değerlendirmek istiyorum. Çok yazıldı, çok konuşuldu. Devran döndü, uzaktan bakıldığında kıranlar kırılanlara döndü.

Ahmet Kaya, şu yıl doğdu, burcu şudur, şunlar başına geldi yazacak değilim zaten bilen bilir, keza bilmeyen de öğrendi şu aralar.


Ben ve Ahmet Kaya'nın hayatlarımızın kesiştiği yıl 1980 lerin sonlarıdır. Yanlış anlamayın "Orda değildim", hayatımın akışında bu kadar yer almış olan o adamla tanışamadım da. Öğrenciyken hem çalışıp hem okula giderdim. Konserine gitmem mümkün olmadı fiziksel anlamda bir yerlerde de karşılaşmadık. Ama onunla şarkıları aracılığıyla tanıştım.

Fakülte yıllarımda Ahmet Kaya'yı bilmeyen, dinlemeyen cahil sayılırdı desem abartmış olmam. Hepimiz Ahmet Kaya dinlerdik. Kürt olmaya da gerek yoktu. Kürtlük kimliğinden ziyade 12 Eylül baskısının karşısında duran, o günkü düzene karşı çıkan bir adam olduğu algısı baskındı. 12 Eylül beraberinde neler getirdi ve neler götürdü? O başka bir yazının konusu. O'nu da yazarım kendi gözümden gördüklerimle.

12 yaşımdan beri saz çalarım. Yani Ahmet Kaya'nın babası gibi babamın da bir gün saz alıp eve geldiğinden beri. Sazla arkadaşlığım çocuk yaşta böylece başlamıştır. İlk gençlik yıllarımda sazımla Ahmet Kaya'nın "Acılara Tutunmak" şarkısını çalmayı çok severdim. "Metrisin Önü"de sevdiğim bir diğer şarkısı. "Arka Mahalle" unutursam bana gücenir. "Şafak Türküsü" en bilinen şarkılarından olmasına rağmen favorilerimden biri değildir.

1989 yerel seçimleriydi yanılmıyorsam; "Yorgun Demokrat" şarkısı DSP'nin seçim şarkısıydı. Seçim kampanya araçlarının hoparlörlerinden dinlediğimi çok iyi hatırlarım;

"Bu yolda dönenler oldu, mum gibi sönenler oldu.
Yar göğsüne baş koymadan vurulup düşenler oldu.

Bir sen kaldın geride ah akıp gidiyor hayat
Yüreğim anlıyor seni artık susma yorgun demokrat."


Aslında açık açık afişe etmeseler de milliyetçi cepheden de Ahmet Kaya şarkılarını dinleyen hatta sözlerini ezbere bilen arkadaşlarım vardı. Yok derlerse Başbakan'dan esinlenip ben de "Ulan dinliyordunuz" demezdim ama bıyıklı olsam bıyık altından gülümserdim. Ahmet Kaya'nın sesi ve yorumu kendine hastır. Eskilerin nev-i şahsına münhasır dedikleri cinsten. Kendine has oluşunun altında hissedişi, içtenliği olsa gerek. Şarkılarından bize ulaşan; acısını, isyanını, hüznünü sevmek gayet doğal.  Ana dili başka da olsa bu toprakların türküsünü söylüyordu. (Bu topraklarımın türküsü söylemi hakkında başka bir zaman bir hikayemi anlatacağım.)

Ahmet Kaya'nın hayatındaki belki de en önemli dönemeç Şubat 1999'da Magazin Gazetecileri Derneği'nin ödül töreninde gerçekleşti. Bu arada 2013 yılındaki diğer bir dönüm noktası da Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünün müzik alanında Ahmet Kaya'ya verilmesi oldu. İşte geçtiğimiz günler boyunca bu dönüm noktalarını konuştuk durduk. Daha da çokça 1999'u. O törende bulunanlar şu günlerde hedef oluverdiler. O denli ki keşke gitmez olsaydık diyenleri bile olmuştur. Başbakan Erdoğan, oraya gidip de Ahmet Kaya'yı protesto edenleri geçen Salı günü grup toplantısında köşeye yatırdı. Haklı aslında ama Başbakan yüksek bir makamdan söyleyince uykusu kaçanları bile olmuştur. Ahmet Kaya'nın kaç geceler uykusunun kaçtığını tahmin etmek zor olmasa gerek.

İşin garibi oradakilerin çoğu politika siyaset dışında kimseler. Muazzez Ersoy örneğin, o dönemler sıklıkla Polis Gecelerinde şarkı söylemesi dışında Devletle siyasetle mesafeli olduğunu şarkıları ile anılmayı yeğlediğini biliriz. Serdar Ortaç ağzı laf yapan biridir ama o gecenin öncesinde siyasi bir duruşunu gördüğümü hatırlamıyorum. Sahnede değil de salonun bir yerlerinde gördüğüm Savaş Ay ve sahnede "Memleketim" söyleten Reha Muhtar hariç pek siyasete dair laf söylemiş kişiler yok orada. Mahsun Kırmızıgül "Güneşi Gördüm" filmi ile çok can alıcı bir konuyu ele almış Kürt geleneklerine aile yapısını ve Avrupa'ya göçlerini işlemiştir. Ama sahneye çıkıp savunacak denli bir siyasi duruşunu varsa da bilmiyorum Savaş Ay, Ahmet Kaya'nın yanında duruyor. Söylenenlere göre Mehmet Aslantuğ, Kadir İnanır gibi bazı isimler Kaya'nın zarar görmesine engel olmaya çalışmışlar. Garsonun biri gazete gibi bir şeyle Kaya'yı kaşık çataldan korumaya çalışıyor. Ahmet Kaya'yı korumaya çalışanlar da var ama açık seçik bir şey var ki, kalabalık galeyana gelmiş Ahmet Kaya'yı orada istemiyorlar.

Kitle genel olarak 12 Eylül'ün depolitize ettiği yığınların bir numunesi gibi aslında. Yaşananlarda o günün popülaritesi olan bir zihniyet hakim. Serdar Ortaç bu konuda haklı, o günler Kürtçe şarkı söylemek konusu bir tabuydu. "Kürtçe merhaba bile denemezdi" diyor. O yıllarda bir Onuncu Yıl Marşı söyleme harekatı yaygındı. Kenan Doğulu Marşı albümüne durduk yere koymadığı gibi Serdar Ortaç da durduk yere bir anda icat edip de söylemedi elbette. O günün değerleri ve çoğunluğun söylemi böyleydi. Ve medyanın güçlü sesiyle de desteklenmekteydi. O günün gerçeğini göz ardı edemeyiz.

Kıyılarda yürümeyi sevmeyenler için ortalarda yer almak herkesin yaptığını yapıp, herkesin söylediğini söylemek güvenli bir yoldur. Bugün "Beraber yürüdük biz bu yollarda söylemek" nasıl masumsa o zaman da "Memleketim" söylemek masum bir şeydir. Reha Muhtar'ın keskin zekasıyla 10.Yıl Marşını değil de "Memleketim" şarkısını sahiplenmesi bundan olsa gerek. Basından takip ettiğim kadarıyla "Ben ortamı yumuşatmak için "Memleketim" şarkısını söylettim" demiş. Oysa 10. Yıl Marşı da bizim topraklarımızın gerçeği. Yeni devletin ilk on yılının icraatlarını içeren bir marş. O dönemlerde Marş söylemek pek çok ülkede de olağan bir şeydir. Yani kabahat marşın kabahati değil. Şimdi bir de marşa cephe almamalı. Yaşanmaması için yaşananlardan ders almak gerek.

Bir blog yazarı yazmış "1999 Ahmet Kaya hain ilan ediliyor, 2013 Kahraman". Bana kalırsa Ahmet Kaya ne hain ne kahraman. Ülkenin tarihi ile paralel göz önünde bir hayat yaşayan içimizden bir adamdı. Çok renkli Anadolu kilimi gibi memleketimizin bir rengiydi O da. Ülkelerin kaderi insanların yaşamlarını şekillendirmiyor mu? Farkı şarkıları ile yaşadığı dönemin duygularını kayalara çizdi. İnsan, yaşamanın, karnını doyurmanın dışında bir ses vermek, varlığını evrene duyurmak da ister. Bazılarında bu yön daha baskındır. İz bırakmak arzusu, yeni bir şey de değildir; aksi halde mağaralarda kayalara resim çizen adamlardan o günlere dair şeyleri öğrenememiş olurduk.

Ülkesinin çelişkilerine duyarsız kalmayan, halkının sesine kulak veren ve acılara aracılık eden bir şarkıcıydı. Şarkılarını söyledi, yokluğu ve zenginliği yaşadı. Şöhreti de yalnızlığı da. Sevgiyi ve nefreti de. Ölümü ülkesinden uzaklarda oldu. Bu kötü son olmasa Ahmet Kaya bir sembol değil ama tarihin bir dönemini yaşayanlara bir şekilde temas etmiş biri olacak, şarkılarında yine yaşayacaktı. Şimdi tarih; değişemeyecek şekilde, kayalara başka bir resim daha çizdi. Öfkenin insanların yaşamını nasıl kararttığının resmi bu. Çirkin bir resim. O resmin Sivas ta daha yakıcı olanını da görmedik mi?

Biri suçlu biri haklı diye bir şey yok belki de. Çok yönlü bakmak lazım. Ama kesinlikle genel geçer evrensel akıl ve vicdan vardır. Bir adam o sahnede salonda tek başına ve inandığı, hayatını adadığı bir fikri savunuyor. Kimseye şiddet uygulamıyor, hakaret etmiyor. Kürt olarak doğmuş. Bir insanın her şeyini değiştirebilirsiniz belki ama ne olarak doğduğunu değiştirebilir misiniz? 12 Eylül sonrası bir çok zulüm gören olduğu gibi o da kimliği ile o günün güçlerince düşman taraf olarak sayıldı. "Ben buyum niye düşman olayım, bir durun dinleyin" dediğinde ne söylediğine değil kafalara yer eden bazı sembollerle yargılandı.

Kendimizi o sahnede, salonda Ahmet Kaya'nın yerinde bulsak belki anlayabiliriz. Ben Ahmet Kaya'yı o günde bugünde anlıyorum. Orada Memleketim yada 10.Yıl Marşı söylemenin psikolojisini de anlıyorum. Ancak kaşık çatal atanların "sen yoksun" diyenlerin davranışını insanlıkla bağdaştıramıyor ve yapanlara göz yumanlara da acıyorum.

Şimdi ne oldu biz kayalara yazılan resimlerden bir şey öğrendik mi? Şimdi de Serdar Ortaç'a şişe atanlar dönemindeyiz. Orda çatal kaşık atmakla burada şişe atmak aynı şeydir. Özünde kalabalığın gücünü arkadan esen rüzgar gibi alıp, kendi gibi olmayıp kendi gibi düşünene, kendinden farklı olana saldırmak. En kadar kolay olandır. Kalabalık onaylıyorsa hata yoktur diyebilir miyiz? Hangi taraf yapmış hangi tarihte yapmış kalabalık mıymış bunlar gerçeği değiştirmeyecektir.

Sonuç olarak benim bu resimlerden gördüğüm şey, aydın, öncü, lider vb sıfatlarla toplumun önünden gidenler sağ duyulu ve barışçı olmalı. Kendileri asla çatal şişe atmazlarsa da etkiledikleri kitleler gün olur çatal atar, gün olur şişe, gün olur otellere ateş. Memleketin sağında da solunda da olsa önde gidenlerin, siyasetçilerin, akademisyenlerin, medyanın, okuyup yazanların, kısaca aydınların; sorumlu davranması ve gelecekte kayalara çirkin resimler yerine güzel resimler çizilmesi için gayret sarf etmeleri gerekir.

23.11.2013
Kelebeğin Kalbi


 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder